BATI AFRİKADOĞU AFRİKAGÜNEY AFRİKAHABERLERKÜLTÜR ve SANATKUZEY AFRİKAORTA AFRİKAYAŞAM

Merhaba Afrika, “Afrika ve Sivil Toplum” kitabını değerlendirdi

Afrika ve Sivil Toplum kitabı; 54 ülkeye ev sahipliği yapan, dünyanın ikinci en büyük kıtasının, sömürge dönemi ve bağımsızlık sonrası sivil toplum çalışmalarına ve dış aktörlerin bu alana etkisine odaklanmış durumda. Afrika ülkelerinin diplomatik ve ticari ilişkilerinin sivil toplumu ne denli etkilediği ve Afrika’da sivil toplumun önündeki engellerin neler olduğu, nasıl aşılması gerektiğine dair öneriler içermektedir. 

“Bağımsızlık özgüven demektir. Bir millet diğerine hediyeler yoluyla bağlıysa, bağımsızlık gerçek olmaz. Gelişimimiz için ihtiyacımız olan tüm parayı bize vermeye hazırlanan bir veya daha fazla millet olsa bile, bağımsızlığımızı ve hayatta kalmamızı nasıl etkileyeceğini kendimize sormadan bu tür bir yardımı kabul etmemiz uygun olmaz” (Nyerere 1967)

Yukarıda,  Eylül ayında yayımlanan “Afrika ve Sivil Toplum, Sosyal Politikalardan  Toplumsal Hareketlere” isimli kitaptan, Julius Nyerere’e  ait bir söz yer almakta. Kitabın yazarı Dr. Ensar Küçükaltan, Afrika Koordinasyonu ve Eğitim Merkezi (AKEM) Genel Koordinatörü ve Uluslararası Gözlem ve Stratejik Araştırmalar Merkezi (UGSAM) Afrika Çalışmaları Direktörü olarak görevlerini sürdürmekte. 2012 yılından itibaren Afrika üzerine saha ve akademik çalışmalarına devam etmekte ve Afrika hakkında yayımlanmış 4 kitabı bulunmaktadır. Küçükaltan’nın saha tecrübesi ve farklı sivil toplum kuruluşları aracılığıyla, birden fazla Afrika ülkesinde tecrübe edinme ve  gözlem yapma fırsatı bulması, incelemekte olduğumuz kitapta kendini açıkça göstermektedir.

Afrika ve Sivil Toplum kitabı; 54 ülkeye ev sahipliği yapan, dünyanın ikinci en büyük kıtasının, sömürge dönemi ve bağımsızlık sonrası sivil toplum çalışmalarına ve dış aktörlerin bu alana etkisine odaklanmış durumda. Afrika ülkelerinin diplomatik ve ticari ilişkilerinin sivil toplumu ne denli etkilediği ve Afrika’da sivil toplumun önündeki engellerin neler olduğu, nasıl aşılması gerektiğine dair öneriler içermektedir.

Kitabın içindekiler kısmını incelediğimizde başlangıçta kıtanın tarihsel süreci sivil toplum çerçevesinden aktarılmakta. Ardından günümüz sivil toplum çalışmalarına kısaca değinildikten sonra Batılı düşünürlerin ‘Sivil Toplum’ görüşlerine yer verilmektedir. Kitabın dört ve sekizinci bölümleri arasında Afrika kıtası ile yakın ilişkiler içerisinde olan Çin, Rusya, Türkiye ve Batılı ülkelerin sivil toplum inşasında kıtaya etkileri anlatılmakta. Sekizinci bölümden sonra ise tekrar kıta halkına ve toplumsal hareketlere odaklanmaktadır.

Kitabın ilk bölümlerinde bağımsızlık süreci ve sonrasında yaşanan  gelişmeler aktarılıyor. Kıtadaki bağımsızlık sürecini başlatan Gana devletinin kurucusu, Nkrumah ve Tanzanya devletinin kurucusu Nyerere yer almakta. Bu iki ismin kitapta anılmasının ortak sebebi, bağımsızlık sonrası oluşabilecek ekonomik bağımlılığı önceden dile getirmiş olmalarıdır. Bu alanda çalışmalara sahip olmaları da kıtada bağımsızlığını yeni kazanmış devletlere bir uyarı niteliği taşımakta. Nkrumah’ın 1980 yılında tam bağımsızlığın önündeki ekonomik engeli aşmak ve büyümeyi hızlandırmak için duyurduğu Lagos Eylem Planı, önemli adımlardan biridir. Nyerere’nin ise ‘‘Ujamaa’’ adındaki sistemi 1967 yılında Arusha Deklarasyonu’nda açıklaması, ‘Afrika Sosyalizm’in ilk adımıdır.

Arusha Deklarasyonu’nda, dışarıdan gelecek herhangi bir hediye, kredi yahut yatırımın, bağımsızlığı tehlikeye atabileceği, bu tarz teklifleri kabul ederken dikkat edilmesi gereken hususları vurgulamaktadır.

‘‘Bağımsızlık özgüven demektir. Bir millet diğerine hediyeler yoluyla bağlıysa, bağımsızlık gerçek olmaz. Gelişimimiz için ihtiyacımız olan tüm parayı bize vermeye hazırlanan bir veya daha fazla millet olsa bile, bağımsızlığımızı ve hayatta kalmamızı nasıl etkileyeceğini kendimize sormadan bu tür bir yardımı kabul etmemiz uygun olmaz (Nyerere 1967)

 Bağımsızlığın ilk yıllarında kıta için yeni olan bu uygulamalar  kısmen işe yarasa da iyileştirme çalışmalarının günümüzde hala devam etmesi, büyük sorunların kısa vadede çözülemeyeceği gerçeğinin ortaya koymaktadır.

Üçüncü bölümde  sivil toplumun tanımına dair birkaç düşünürün fikirlerine yer verilmekte. Hegel’e göre sivil toplum; aile ve devlet arasında yer alan bir yapı iken, Marx’a göre sınıf ilişkilerinin gerçekleştiği alandır ve tasfiye edilmesi gereklidir. Diamond ise sivil toplumu bir denge unsuru olarak görmektedir. Bu düşünürlerin hepsi Batlıdır ve bunlar Batı düşüncesidir, yanlış veya doğru olarak değerlendirme yapmadan, Afrika’da ki ‘‘Batı’’ temkinliliğini hatırlamak gerekir. Bu nedenle Afrika’da ki Sivil toplum faaliyetleri, sömürge dönemi ve sonrası olarak iki döneme ayrılabilir.

Sömürge ülkelerinin kıtaya ayak basmasından itibaren, Batı’nın kendisini Medeniyet(!) öncüsü ilan etmesi ve kıta halkının ilk günden itibaren söz hakkının ellerinden alınması sonucunda kendi topraklarında köle olarak yaşamaya mahkum edilmesiyle sonuçlanmıştı. Afrika halkı, sömürge döneminde temel ihtiyaçlarından dahi mahrum edilirken, bir araya gelerek bir topluluk oluşturma fikri elbette çok uzaktı. Bir araya gelmek başkaldırmak demekti, bu nedenle sömürge güçleri kıta halkının ufak oluşumlar dışında sendika, dernek, vakıf gibi yapılar kurmasına yahut üye olmasına müsade etmiyordu. Sömürge güçlerinin işgal ettikleri yerlerde bu tip topluluklar kurarak sivil toplum çalışmalarını kıtaya taşımış olsalar da Afrikalılar bu topluluklara dahil edilmiyordu.

Afrika’da bağımsızlık sonrası sivil toplum çalışmalarına baktığımızda, sömürge sürecinden farklı bir şey görülmemekte. Bunun iki sebebi var; birincisi,bağımsızlık sonrası yeni yöneticinin,  uzun süre yönetimi elinde bulundurmak istemesidir. Diamond’ın belirttiği gibi sivil toplum kuruluşları bir tür denetleme aracıdır, bu nedenle demokratik olmayan yönetimler için stklar tehdit olarak görülmektedir. İkincisi ise kurulan yapının ‘‘yabancı ajanı’’ olabilme  yahut içerisinde ajan barındırabilme ihtimalidir. Bu yaklaşım ne yeni ne de sadece Afrika kıtası ile sınırlıdır, fakat sivil toplumun gelişimi konusunda büyük bir engeldir.

Dış Aktörler Sorunsalı

Uluslararası ilişkilerde ‘ Yumuşak Güç’ kavramı, bir devletin başka bir devleti, zor kullanmadan etkisi altına alabilmesi olarak açıklanır. Yumuşak gücün en etkili kollarından biri olan stk çalışmaları ve bu çalışmaların fonlanmasıyla bölgeye yapılan yatırımlardır. Batılı ülkelerin yanı sıra; Çin, Rusya ve Türkiye’nin özellikle 2000’li yılların başından itibaren yoğunlaştığı bir alandır.

Afrika kıtası, yabancı ülkelerin sivil toplum kuruluşlarınca, en önemli faaliyet  alanlardan biri olmuştur. Bu STK faaliyetlerinin görünür sebepleri mevcut sorunu gidermek gibi görünse de arka planda farklı amaçlara hizmet edebilmektedir. Batı olarak nitelendirdiğimiz Avrupa ülkeleri ve ABD’nin yanı sıra kıtada çok sayıda stk çalışmasına sahip olan Çin, Rusya ve Türkiye’nin faaliyetleri kitapta ayrıntılı bir şekilde anlatılmıştır.

Batılı ülkeler ve Abd’nin kıtada gerçekleştirdiği stk çalışmaları, hem kendi sivil toplum kuruluşlarının faaliyetlerini hem de yerli stkların maddi ve teknik destek noktasında desteklenmesini kapsamaktadır. Yerli stk’ların batılı ülkelerce fonlanması ev sahibi ülke ve sivil toplum kuruluşunun bağımsızlığını tehlikeye atmaktadır. Hali hazırda Afrika ülkelerinde stkların ‘potansiyel ajan’ olarak görüldüğü ve tehlike arz ettiği için bu tarz fonlamaların şeffaf olmaması ve bağımsız olarak hareket edebilme kapasitesinin kısıtlanması demektir. Kısacası batılı devletler, sivil alan çalışmalarını, siyasi amaçlar için satın alabilmektedir.

Çin Afrika ülkelerinde ki sivil toplum faaliyetleriyle kendi imajını yeniden inşa etmektedir

Son dönemde Afrika-Çin ilişkileri oldukça sık gündeme gelmekte. Bunun sebebi Çin-Afrika ilişkilerinin yeni gelişmesi değil Çin’in hızla yükselişi ve Afrika ile ilişkilerini iyi tutmak istemesinden kaynaklanmaktadır. Afrika tıpkı diğer ülkeler için olduğu gibi Çin içinde hem hammadde tedarik edebileceği, hem de kendi mallarını satabileceği bir pazar olarak önemli bir yere sahiptir. Afrika toplumuna ve yöneticilerine karşı iyi bir imaj çizen Çin’in, Batı’nın alternatifi oluşu ve kıtada kötü bir geçmişe sahip olmaması bunların sebeplerinden yalnızca biridir. Çin’in Afrika politikasında; iç işlere karışmama ve Afrika problemlerine ‘‘Afrikalı’’ çözümler üretme gibi söylemlerinin, yöneticiler ve halk üzerindeki etkisi göz ardı edilemez fakat en önemli nokta Çin’in yaptığı mali yardımlar ve sunduğu kredilerdir. Çin, Afrika için önemlidir fakat bu ilişki Çin’in de sık sık kullandığı ‘‘Kazan-Kazan’’ temelli işbiriliğine bağlıdır. Çin Afrika ülkelerinde ki sivil toplum faaliyetleriyle kendi imajını yeniden inşa etmektedir. Sivil toplum çalışmalarıyla kıtaya yatırım yaparken aynı zamanda uluslararası yapılarda kendisini destekleyecek ilişkilerde inşa ediyor. Afrika için Çin, güvenilir bir ortaktır ve bu stk çalışmalarına da yansımaktadır.

Rus kültürünün kıtada tanıtılması ve öğrenci hibe programları göze çarpmaktadır

Rusya, tıpkı Çin gibi kıtada kötü bir geçmişe sahip olmayan ve Sovyet’lerden bu yana kıta ülkeleriyle işbirliği içinde olan bir devlettir. Kıtadaki bağımsızlık sürecine destek vermiş ve sonrasında kıta ülkeleri ile ilişkisini sıkı tutmaya çalışmıştır. Rusya’nın kıtada ki sivil toplum çalışmalarının son dönemde artması 2023 yılında güncellenen kamu diplomasi belgesinde Afrika ile ilgili maddenin eklenmesi önemli bir gelişmedir. Sovyetler döneminde kıtada ağırlıklı olarak askeri eğitim, silah desteği ve bu alanda kullanılacak mali yardımlar yapılmaktaydı. Son yıllarda sivil toplum ayağına ağırlık vermesi, öğrenci odaklı çalışmalar, Rus kültürünün kıtada tanıtılması ve öğrenci hibe programları göze çarpmaktadır.

ve Türkiye

Türkiye’nin sivil toplumla geç tanışması ve son on yıl içinde kaydettiği gelişim göze çarpmakta. Kitapta, yaşanan bu geç gelişmenin eksileri ve artıları anlatılırken Afrika’nın  rolüne değinilmekte. Türkiye, Afrika ve Asya kıtalarında yürüttüğü stk faaliyetleri ve insani yardım çalışmalarıyla adından sıkça bahsettirmektedir. Türk sivil toplum kuruluşlarının Afrika çalışmaları, bölge halkı tarafından benimsenmiş durumda. İç çatışmaların aynı zamanda iklim krizinin en derin şekilde hissedildiği bu kıtada insani yardım faaliyetleri ağırlık gösterse de, eğitim noktasında önemli çalışmalar bulunmakta. Tika,Yunus Emre Enstitüleri ve Maarif vakfı gibi kurumların varlığınının, Türk kültürünün tanıtılması ve iyi ilişkilerin gelişmesine katkısı büyüktür.

Küçükaltan’ın, Türkiye’nin sivil toplum alanında gelişim süreci, saha ve arka plan çalışmaları, işbirliklerinin önemi ve kendi tecrübelerine yer verdiği  yedinci bölümün ardından Afrika’da sivil toplumun önünde ki engelleri,toplumsal hareketler ve genç aktivizmini ele almakta.

Afrika’da sivil toplumun önünde ki engeller kitap içerisinde detaylı olarak, örnekleriyle birlikte anlatılmakta.Göze çarpan önemli nokta ise Afrika ülkelerinin sivil toplum alanında yaptığı düzenlemelerdir. Her ülkede aynı olmamakla birlikte yeni kurulacak bir yapının, caydırıcı denebilecek kadar zor bir süreçten geçmesi gerekmektedir. Örgütlenme özgürlüğünün zorlayıcı şartlara bağlanması, sivil toplum kuruluşlarının tehlikeli olarak görülmesinden kaynaklanıyor. Kitabın başlarında yerli stkların dış aktörler tarafından fonlanmasının doğuracağı sonuçlar aktarılmış ve ‘yabancı ajanı’ olarak görülmesine sebebiyet verebileceği belirtilmişti. Sivil alanın kısıtlanmasına karşı Stk’ların uygulayabileceği stratejiler, bu noktada dahil edilebilecek bölgesel ve uluslararası kuruluşlar ile birlikte bu sorunun aşılmasına yönelik adımlar atılmasının gerekliliği vurgulanmaktadır.

Afrika kıtasında, önce  bağımsızlık ve sonra farklı gerekçelerden dolayı gerçekleşen toplumsal hareketler, son yıllarda sosyal medyanın dahil edilmesiyle farklı bir boyut kazanmış durumda. Demokratik hak talebi, yolsuzluk, yoksulluk gibi sebeplerle başlayan protestolar her kesimden insanın katılması ve sosyal medyanın dahil edilmesi ile geniş kitlelere duyurulabilmekte. Gençlerin hashtag çalışmaları yaparak protestolarını dijital platformlara taşımaları, dijital çağın sunduğu fırsatlarla birlikte toplumsal hareketlere dahil olabilmelerini sağlamakta.

Sonuç kısmına gelindiğinde Afrika kıtası için Sivil toplum çalışmalarının yıkıcı değil yapıcı yönünün görülebilmesi ve yerel sivil toplum çalışmalarına destek verilmesinin önem arz etmekte. Sivil alanın kısıtlanması ve çalışmalara maddi ve teknik destek sağlanmıyor oluşu, mevcut kurumu dışa bağımlı hale getirerek yerli olanın yabancılaşmasına sebebiyet vermektedir. Dış aktörlerin bu alanda gerçekleştirdiği çalışmaların ağırlıklı olarak insani yardım  kapsamında olması da dikkat edilmesi gereken noktalardan biridir. Afrika ülkelerinin yaşadığı  sömürge travması, Çin ve Rusya’dan ithal ettiği uygulamaların sorunu derinleştirmesi sebebiyle, dış aktörlerin söylemleri ne olursa olsun bağımsız bir ülkenin kendisine ait olanı üretmesi ve desteklemesi gerekir. Afrika’nın sorunlarına Afrika halkına kulak vererek çözüm üretilmelidir.

Dr. Ensar Küçükaltan’ın kaleme almış olduğu bu kitap, Afrika okuru için okuması keyifli ve içeriği zengin bir çalışma olmuş.

Editör: Şeyma GÜLERYÜZ

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu