Eğitimde Türkiye Tercihi, Genç Afrikalıların Hayalleri ve Gerçekleri
Siyaset Bilimci, Araştırmacı ve "Bir Afrikalı Gözünden Afrika Kitabı"nın yazarı Faroukou Mintoiba Merhaba Afrika için değerlendirdi.

Hayatta, nereye gittiğini bilmeden yürüdüğümüz yollar vardır. Bunlar bazen belirsizliklerle dolu, ama bir umut ışığıyla aydınlanan yollardır. Zirvelere mi yoksa çıkmazlara mı nereye vardıracağını bilmeden yürüdüğümüz o yolları, bazen büyümek ve kendimizi aşmak yönündeki evrensel arzuyla ilerleriz. Kimileri için bu yol basit bir seçimle başlar, bildiklerini bırakıp bilinmeyene kucak açmak gibi. Yani bu seçim biraz bahis gibi. Mesela Türkiye’ye gelmek yahut daha doğrusu Türkiye’ye okumaya gelmek, benimde aralarında bulunduğum birçok genç Afrikalı için buna benzer bir şeydir. Yalnız, bahislerin çoğunda olduğu gibi, bilinmeyenin ötesinde bir vaat görünüyor; kaliteli bir eğitim, dünyaya açılıma fırsatı ve eşsiz bir yaşam deneyimi. Lakin her rüya gibi, gerçekle yüzleşmek zorunda kalacağımız günü aklımızda tutmamız gerek. Peki geriye ne kalıyor? Gerçekleşen umutlar mı yoksa dizginlenmesi gereken hayal kırıklıkları mı?
Neden mi Türkiye?
Genç bir Afrikalıyı, iki kıtayı birleştiren, asırlık geleneklerle birlikte coşkulu modernliğin birleştiği Türkiye gibi bir ülkeye yerleşmeye iten sebep nedir? Birçoğu için bu, her şeyden önce somut bir vaattir: Türkiye hükümetinin ünlü Türkiye Bursları gibi cömert bursları bunlardan biri. Bu burslar, maddi destekten çok daha fazlasını sunarak, aileleri eğitime erişim için birçok fedakarlıkta bulunan öğrencilere nadir bir güvenlik ağı sağlıyor.
Eğitim kaynaklarının çoğunlukla sınırlı ve eşitsiz bir şekilde dağıldığı Afrika’nın bazı ülkelerinde, bu fırsatlar daha geniş bir ufka açılan bir kapı gibi hissediliyor. Şimdi burs dediğime bakmayın, bir yanlış anlaşılmaya yol açmaması için bunu da belirteyim. Birçok kişi Türkiye’deki tüm Afrikalı öğrencilerin Türkiye Bursları’ndan yararlandığına inanıyor. Halbuki hiç de öyle değil. Buradaki 54 Afrika ülkesinden gelen 61.000 öğrencinin sadece 3.000-4.000’i bu burstan yararlanıyor. Peki ya diğerleri? Elbette, kendi imkânlarıyla, aile destekleriyle veya bazen daha mütevazı ama bir o kadar da değerli burslarla geliyorlar. Türkiye’deki her Afrikalı öğrencinin “devlet bursu sahibi” olduğu düşüncesi bir efsanedir. Bu, beyaz bir kedi gördüğünüz için tüm kedilerin beyaz olduğunu söylemeye benziyor; ya da tüm kedilerin bıyıkları olduğu için kaplan olduklarını söylemek gibi bir şey. Sonuç olarak birbirleriyle alakalı olmayan şeylerdir. Evet, burs olağanüstü bir fırsattır, ancak gerçekliğin sadece bir kısmını temsil eder. Diğer öğrenciler ise cesaretlerini iki ellerine alıp, hayallerini fedakarlık ve kararlılıklarıyla finanse ediyorlar. Gerçek bir maraton, fakat çıplak ayakla yürünen cinsten.
Ne de olsa mesele sadece maddi boyuttan ibaret değildir. Türkiye, Afrika ile coğrafi sınırların çok ötesine uzanan tarihi ve kültürel bağlara sahip bir mirası paylaşıyor. Sahra ötesi ticaret yollarının olduğu günlerden, Müslüman çoğunluklu ülkeler arasındaki manevi bağa kadar, bu kültürel yakınlık görünmez ama güçlü bir köprü oluşturuyor. Birçok öğrenci için Türkiye, öğrenebilecekleri kadar farklı, ama kaybolmayacakları kadar da yakın hissettikleri bir istikamettir.
Son olarak, şu pragmatik boyut da var: Türkiye’yi seçmek çoğu zaman Fransa, Kanada veya ABD gibi yerlere güvenilir bir alternatif seçmek anlamına geliyor. Bu ülkeler, prestijli olmalarına rağmen, fahiş maliyetleri veya karmaşık idari süreçleri nedeniyle çoğu zaman ulaşılamaz durumdadır. Türkiye ise sıcak karşılaması ve Afrika’nın hedeflerine ulaşmada bir platform olma konusundaki açık isteğiyle öne çıkıyor. Hayallerin gerçeklerle çarpıştığı, ama aynı zamanda büyümenin de zeminini bulduğu bir yer.
Madalyonun iki yüzü
Kaldi ki buraya varıldığında gerçekler çok zıt olabilir. Birçok kişi için Türkiye, sıcakkanlı ve meraklı bir nüfusa sahip, misafirperver bir ülkedir. Bie gezim sırasında Antep’in Kasaba köyündeki beni evinde misafir eden dayıdan tutun, geçen gün durakta otobüsünü bekleyen arkadaşıma kahve ikram eden şöfore kadar, sıcankkanlılığın kokusu her yerdedir. Akademik kavramları sabırla anlatan hocalar ve memleketim hakkında her şeyi öğrenmek isteyenlerle hep denk geliriz bir yerlerde. Bu etkileşimler, bir anlığına da olsa yabancılık hissini unutturan insani sıcaklık anları yaratıyor.
Ancak bazı deneyimler da bu kadar hoşnut olmuyor; yani her şey güllük gülistanlık değil. Türkiye’nin çoğu şehirinin sokaklarında bazı Afrikalılar, sanki orada bulunmaları olağan dışı bir şeymiş gibi bakışlar maruz kalıyor. Bu rahatsızlığı tarif edilemez bir olaydır. Birçok genç Afrikalı kalıcı klişelerle karşı karşıyadır. “Tam olarak nerelisin?” tarzında sorulanlar, basit sorular ama bazen önyargı ile dolu. Hele çoğunun ufukta görünen her siyah tenli ‘‘eleman’’ Futbolcu değil ise, saatçidir algısına kapılması Afrikalılar hakkında hala genel bir önyargıya sahip olduğunun kanıtıdır. Bunları sıradan insanların yanı sıra belli bir eğitim seviyesine ulaşmış kişiler dahi yapıyor, sporcular, sanatçılar, nadiren öğrenciler veya profesyoneller. Bazen de kıtamızın kültürel, entelektüel ve ekonomik zenginliğini unutarak tüm Afrikalıların savaştan veya yoksulluktan kaçtığını varsayılıyor. Kimileri ise iyi niyetli, ülkelerimizin nefes kesici zenginliğini anlamadan, bizi yekpare bir Afrika’dan gelen garip elçiler olarak algılıyorlar. Hani Bolu’dakilerin Afrikalı öğrencilerden bahsederken söyledikleri var ya “Nereden geldiği belli olmayan öğrencilerin…” diye. Kimlik kontrol diye aynı günü aynı noktada bir kişiyi beş kereden fazla kontrol etme durumlarından farklı değildir. Bir insanın ten rengi şüphe uyandırmaya yetiyormuş…
Toplu taşımada bazen ısrarcı bakışlar veya garip sorular sinir bozucu düzeyde oluyor. Arkadaşımın “Sizin evde aslan var mı?” sorusuna cevap olarak gülümseyerek “Evet, komşumdu ve birlikte futbol oynardık!” cevabını verdiği adama aldığı cevaptan ötürü acımadım. Bazen cehaletin damgasını vurduğu bunun gibi olaylar, klişelerin varlığını nasıl sürdürdüğünü gösteriyor. Bu zorluklarla sadece öğrenciler karşılaşmıyor. İşe girmek veya iş kurmak için gelenler gerçek bir engel parkurundan bahsediyorlar. Dil engelleri, karmaşık idari prosedürler ve yabancılara karşı duyulan güvensizlik gibi sorunlar nedeniyle uyum sağlamak için sürekli bir dayanıklılık gerektiriyor. Ancak tüm bu engellere rağmen pek çok kişi kendine yer buluyor ve yavaş yavaş kültürler arasında köprüler kuruyor.
Bunun içerisinde de deneyimleri güce dönüştürmeyi başaranlar var. Aidiyet ve dayanışma duygusu yaratmak için toplumsal girişimler ortaya çıkıyor. Bu inisiyatiflerin çoğu, kusurlu da olsa bir gerçeği ortaya koyuyor: Afrikalılar için Türkiye deneyimi, her karşılaşmanın silinmez bir iz bıraktığı, zorlukların ve fırsatların karmaşık bir karışımıdır.
Akademik fırsatlar ve zorluklar arasında
Akademik açıdan bakıldığında Türkiye’deki Afrikalıların deneyimi çoğu zaman çok fazla bilinmeyeni olan bir denklemdir. Özellikle mühendislik, sağlık bilimleri ve uluslararası ilişkiler gibi alanlardaki Türk üniversiteleri, öğretim gücü ve altyapı zenginliğiyle öne çıkıyor. Ama aşılması gereken ilk engellerden biri de dildir. Karmaşık bir kimya dersi aldığınızı ve her kelimeyi zihninizde önce Türkçeden İngilizceye, sonra da Fransızcaya çevirmeye çalıştığınızı düşünün. Bu, başınızın üzerinde bir tepsi tutarken üç topu çevirmeye benziyor. Bazı programlar İngilizce olarak öğretilse de, özellikle topluma tamamen dahil olmak veya yerel staj ve işlerde çalışmak isteyenler için Türkçe’ye hakim olmak hala önemli. İnglizce diye açılan programlar fakat fakültede inglizcede ders verecek hocaların olmaması durumlarından bashetmiyorum bile. Bu dil sınavı sabır ve azmin sınanmasıdır. Ama ileriye atılan her adım, öğrenilen her yeni kelime, bizi nihai hedefe biraz daha yaklaştıran bir zaferdir.
Yine de hepsi bu kadar değil. Türkiye’de alınan diplomaların tanınması birçok Afrikalı öğrenci için hassas bir konu olmaya devam ediyor. Kendi ülkelerinde veya uluslararası pazarda gerçek bir avantaj sağlıyorlar mı? Üniversite koridorlarını meşgul eden bir sorudur. Yakın zamanda Kamerunlu bir öğrenci, sektöründe Türkiye’den aldığı diplomanın tam anlamıyla değerlendirilmeyeceğinden endişe ederek, özgeçmişini “sağlamlaştırmak” amacıyla Avrupa’da yüksek lisans yapmayı düşündüğünü söyledi. Bu bin vaka içinden bir örnektir. Bu belirsizlik bazılarını birden fazla diploma almaya itiyor, bazen de kariyer yollarını akademik onay için bitmeyen bir arayışa dönüştürüyor.
Fakat yine de yatırım yapmaya cesaret edenler için fırsatlar var. Afrika odaklı Türk şirketlerinde staj yapma, yenilikçi akademik ortaklıklar ve hatta uluslararası iş birlikleri, bazılarının iki dünya arasında sağlam köprüler kurmasına olanak tanıyor. Bu yolculuklar, her ne kadar zorluklarla dolu olsa da, Türkiye’deki eğitimin, kendine özgü zorlukları olmasına rağmen, umut vadeden bir geleceğe doğru atılan bir adım olabileceğini gösteriyor.
Dolayısıyla Türkiye’deki akademik zorluklar aşılamayacak duvarlar değil. Bunlar, her çıkmazın, her engelin öğrenciye uyum sağlama, kendini yeniden icat etme ve engelleri fırsata dönüştürme sanatını öğrettiği labirentlerdir. İşte bu yüzden bitiş çizgisi geçildiğinde, başarma duygusu daha da tatmin edici oluyor.
Kalanlar niçin kalıyor, gidenler neden gidiyor?
Asıl soruyu bir başka açıdan sormak lazım; bu kadar yıl burada kaldıktan sonra neden ayrılıyoruz? Türkiye’deki pek çok Afrikalının karşılaştığı özel gerçekliklerden ve zorluklardan ilham alan farklı yanıtlar hayal edelim. Bunların önde gelen ise, insanların tutumları yani toplumsal iklim meselesidir. Afrikalısı şöyle dursun, zaten türk olmayan herkesin, Türkiye’de varoluşunun son zamanlarda toplum içinde yarattığı rahatsızlığın yol açtığı tartışmaları hepizimiz bir şekilde takip etmişiz. Dolayısıyla Afrikalıların eğitimlerinin ardından burada kalmaları da rahatsız edicidir. Birçok kişi için Türkiye’deki deneyim, “geçici bir misafir” olarak görülme hissiyle belirginleşiyor. Burada bir hayat kurmayı hayal edenler için bu his ağır basabilir. Her ne kadar her yerde mevcut olmasa da, stereotipler yalnızlaştırıcı olabilir ve bu sürekli farklılık hissi, bazılarına kendilerini tamamen bütünleşmiş hissedecekleri yurtlarına dönmeyi düşündürür. Hele ki geçiçi misafirsek, mümkün mertebe bu misafirliği fazla uzatmamakta fayda vardır.
İkinci, görünmeyen ama her yerde mevcut olan engeller, iş piyasasına aittir. Türkiye ekonomisi dinamik bir ekonomi olmasına rağmen, özellikle Türkçe’ye çok iyi hakim olmayan veya sağlam bağlantıları olmayan yabancı yeteneklere çoğu zaman kapalı kalır.
Bilhassa yasal mevuat açısından bakıldığında, her yer sıkıntılıdır. Yabancı uyruklu kişilerin çalışma izin alması çok ama çok zor bir süreçtir. Dolayısıyla, bu kategorideki çoğu insanın kaçak olarak çalışmasına, çeşitli suistimalere ve maduriyetlere sebep oluyor. Yani elbette fırsatlar var, ancak bunlar sıklıkla bölümlere ayrılmış durumda ve bu da hırsları ve uzun vadeli kariyer beklentilerini sınırlıyor.
Son olarak geri dönüş çağrısı var. Kalmanın varsayılan tercih olacağı fikrinin aksine, birçok Afrikalı geleceğini kendi ülkelerinde görüyor. Edindikleri beceriler ve deneyimlerle, yaşadıkları toplumun gelişimine katkıda bulunabilecek donanıma sahip olduklarını hissederler. Sonuçta, kendi toplumlarının özel zorluklarını onlardan daha iyi kim anlayıp yanıt verebilir? Yani bu durumda ayrılmak bir başarısızlığın kabulü değil, stratejik ve gönüllü bir geri dönüştür. Birçok kişi için Türkiye, yolculuklarında kritik bir adım olsa da nihai varış noktası değildir. Önemli olmakla birlikte, her şeyden önce başka yerlerde yeni çıkışlara hazırlık niteliğinde bir adım.
Kalanlar ise, sorarsan bunun birçok nedeni olduğunu derler. Dinamik bir ekonomi, büyüyen sektörler, uluslararası becerilere duyulan ihtiyaç… Bu fırsatları değerlendirmek istemek neden anormal karşılansın? Bilinen bir gerçek ki Türkiye, özellikle uluslararası ticaret, lojistik ve sağlık gibi sektörlerde ilginç ekonomik ve profesyonel fırsatlar sunar. Afrika’ya giderek daha fazla odaklanan Türk şirketleri, iki bölge arasındaki uçurumu kapatabilen genç Afrikalıları çok nadiren da olsa tercih ediyor. Yani Türkiye’de kalmak yolculuklarının mantıksal bir uzantısıdır. Bu, onların kimliklerini inkar ettikleri veya vatanlarını terk ettikleri anlamına gelmiyor. Tam tersine, iki kültür, iki dünya arasında bir köprü oluyorlar.
Ancak kalmak kolay bir yol değil. Engeller, önyargılar ve zorluklar var. Ama bu tercihi yapanlar, köklerine sadık kalarak, daha kapsayıcı bir topluma katkıda bulunma niyetiyle hareket ediyorlar. Dolayısıyla, onların varlığını sorgulamak yerine, sağlayabilecek potensiyel katkı neden değerlendilmiyor?
Günün sonunda, bir Afrikalı olarak Türkiye’de okumak ve çalışmak, nüanslardan oluşan bir deneyimdir. Evet zorluklar var, ama aynı zamanda benzersiz fırsatlar da var. Her etkileşim, her başarı ve hatta başarısızlık, klişelerin ötesinde daha zengin ve daha karmaşık bir gerçekliği şekillendirmeye yardımcı olur. Bu çabalar sadece klişeleri yıkmakla kalmıyor, aynı zamanda Türkiye’deki Afrikalıların sadece sporcular veya saatçiler yahut bilmem nelerin olmadığını, aynı zamanda Türk toplumuna aktif katkıda bulunanlar olduklarını da gösteriyor.