Afrika sinemasının doğumu ve dönüşümü
Marmara Üniversitesi Radyo, Televizyon ve Sinema Bölümü Dr. Öğretim Üyesi Yusuf Ziya Gökçek, Afrika sinemasının temel dönüm noktaları ve öncü isimleri hakkında Merhaba Afrika’ya konuştu.
“Afrika sineması” dediğimiz şey nedir? Bu kavramsallaştırma ile neyi anlamamız gerekiyor?
Afrika sineması dediğimiz zaman aslında coğrafi bir tanımlama yapıyoruz. Yani Afrika Kıtası’nı hiç ayırt etmeksizin Ali Mazrui’nin söylediği gibi Kuzey Afrika’yı da Güney Afrika’yı da dahil edip, aslında bütünlüklü bir kıtanın tüm sinema faaliyetlerine Afrika sineması diyoruz.
Tarihsel bir tanım yapmak gerekirse kıtada esasında erken dönemde görülen bir sinema üretimi var. Erken dönem sinema üretiminin önemli bir kısmı özellikle Sahraaltı’nda Batılı, kolonyal ülkeler tarafından üretildiği için yani doğrudan Afrika’nın kendi öz kaynakları bu üretim aşamasında bulunmadığı için Afrika sineması dediğimizde 1950’lerden sonraki sinema faaliyetlerini tanımlıyoruz. Bunu bölümlendirirken şunun da farkına varmak lazım. Mısır’da ve Sudan’da başlayan sinema faaliyetlerini de hesaba kattığımızda sinemayı 1950 öncesi başlatmamız mümkün. Ancak Afrika’dan kasıt yalnızca Sahraaltı ise 1950 sonrasına bakmak gerekiyor.
Afrika sinemasını temsil eden önemli isimler ve eserler nelerdir?
Bu konuda çok fazla isim sayabiliriz ama bir tanesini öncelikle söylememiz gerekiyor. Senegal sinemasının önemli ve kurucu ismi Ousmane Sembene. Ve aynı zamanda Afrika’da kolonyal dönem sonrasında, bağımsızlık kazandıktan sonra film dilini kurduğu için, yani sömürgeci dile karşı yeni bir dil önerisinde bulunmaya çalıştığı için Ousmane Sembene ismini zikretmek lazım. En önemli eseri ise La Noire de… ve Borom Sarret filmlerini zikretmek gerekiyor. Sarah Maldoror’u, Sambizanga filmi ile anmak da gerekiyor. Mısır’da Yusuf Şahin’in adını ve filmlerini de eklemek gerekiyor.
Afrika Sinemasının doğumundan ve tarihsel olarak dönüm noktalarından bahsedebilir misiniz?
Afrika sinemasının iki doğumu vardır: Biri Kuzey Afrika’da daha erken dönemde olmuştur. Diğeri ise bağımsızlıklar sonrası dönemdir. Mısır gibi bir ülkeyi eklemediğimiz zaman önemli bir Afrika merkezini es geçmiş oluruz. 1900’lerin başından itibaren kıtada sinema üretimi var. Bu ilk doğum dediğimiz dönemeçte dünya sinemasıyla paralel bir tarih söz konusu. Özellikle melodram üretiliyor mesela Mısır sinemasında ki bu yönüyle Türk sinemasını da derinden etkilemiş. Bağımsızlık sonrası filmler Afrika’nın önemli kırılma noktası. Çünkü bağımsızlık öncesi üretilen filmler daha çok Tarzan gibi ya da 1980’lerde çıkan Tanrılar Çıldırmış Olmalı gibi filmlerde daha çok batılı bir gözün ve bir okumanın hakim olduğu filmler. Yani bağımsızlık sonrası çıkan her film ikinci kırılmaya, doğuma dahil edilebilir. Kıtada bütün ülkeler aynı yıllarda bağımsızlığını kazanmadığı için bu doğum her ülke için farklı olabiliyor. Örneğin Sahraaltı’nda 1950’lerde, 1960’ların başında söz konusuyken, bu Cezayir için 1960’ların sonu, örneğin Portekiz sömürgesi altında bulunan Mozambik gibi ülkeler için ise 1970’lerin sonu oluyor. Ya da Güney Afrika için ise 1990’ların ortası oluyor. Dolayısıyla biz kırılmaları aslında ülke düzeyinde ele alabiliriz. Aynı zamanda 1970-1980 sonrasında Afrika’da daha yerel, etnik temaların ön plana çıkartıldığını görüyoruz. Biz buna antropolojik bir etki diyoruz. Bir şekilde aslında Batı’daki ilginin de mazhariyetini kazanmak için ve pek çok festivalde bu etnik meseleler daha çok tuttuğu için Afrika’daki pek çok filmin bu yönde çekildiğini görebiliriz.
1990’larda ise iç savaş yoğunluklu filmlerin olduğunu görüyoruz. Bu, kıtanın özellikle 1990’larda yaşadığı savaşlarla ilgili bu ilgi. 2000’lerde ise kıtlık, HIV Virüsü, sömürgecilik ve istismar filmleri, 2020’lerde ise diasporada büyüyen pek çok Afrikalı yönetmenin kendi anayurtlarını çekme çabaları, özlem, hafıza odaklı filmler olduğunu söyleyebiliriz.
Bu alanda ortaya çıkan filmler sizce sömürgeci devletlerin inşa etmeye çalıştığı bir Afrikalı kimliği üzerinden mi kurgulanıyor yoksa bu filmlerde “gerçek” Afrikalıyı mı görüyoruz? Afrika sineması Afrika’yı ne kadar doğru temsil ediyor?
Sömürgeci devletlerin inşa ettiği bir Afrika kimliği özellikle sömürgecilik döneminde bariz bir şekilde var. Örneğin Tarzan filmine baktığımız zaman Tarzan’ı bertaraf etmeye çalışan, hakimiyet altına almaya çalışan ve hatta öldürmeye çalışan siyah insanların varlığı. İkinci tip siyah ise onun yanında destek olarak ortaya çıkıyor. Yani ya hain bir siyah ya da ödlek bir siyah bulunuyor filmlerde. Afrika sineması diyebildiğimiz ancak kolonyal ülkelerin çektiği filmleri bu anlamıyla tanımlamak, oradaki “siyah” temsili tanımlamak için bunu bize söylüyor. Yani burada gerçek bir Afrikalı nihayetinde görünmüyor. Kurmaca film içersinde beyaza hizmet eden, beyazın yanında duran ya da onu yok etmeye çalışan bir Afrikalı kimliği var. Bu aslında yeni bir şey de değil çünkü örneğin Shakespeare’in Fırtına piyesine baktığınız zaman oradaki Caliban tipi de böyle bir tip. Yani müsaade edildiği zaman, izin verildiği zaman yok edici bir tip. Dolayısıyla daima kontrol altına alınması gereken bir tip. Dolayısıyla biz burada gerçek Afrikalı kimliğini görmüyoruz. Yönetmenler Afrika’daki filmleri çekmek için finansal olarak desteğe ihtiyaç duyuyor. Dolayısıyla festivallerde, fuarlarda filmlerini satmaya çalışacaklar. Bu aynı zamanda pek çok sponsor almak için istenilen bir Afrikalı’yı gündeme getirecek. Bu anlamda gerçek Afrikalı kimliği, Afrika’da yetişen yönetmenler tarafından çekilen filmlerde de ortaya çıkmayabilir. Dolayısıyla festivalin koşullarından ya da yönlendirmelerinden ya da kolonyal dönemdeki gibi oluşan perspektiften bağımsız yönetmenlerin ortaya çıkması gerekiyor. Bunlar az da olsa var. Örneğin Sembene’nin ilk iki ya da Muhammed Salih Harun’un ilk iki filminde olduğu gibi.
Afrika sineması olarak adlandırdığımız filmler en çok hangi bölgede/ülkede çekiliyor? Burkina Faso’nun Afrika sinemasında önemli bir yeri olduğu söyleniyor. Sizce bunun nedeni nedir?
Pek çok ülkede çekiliyor fakat örneğin 1920’lerde, 1930’larda, 1940’larda ve 1950’lerde Mısır sineması çok etkin bir sinema. Mısır en belirleyici ülke sinema alanında. İkinci olarak Sahraaltı’nda bulunan Senegal dikkat çekiyor 1960’larda. Burkina Faso hakeza öyle. Ya da Sudan’ın da önemli bir atılımı var. 1970’lerde Mozambik’te, Gine’de, özellikle Portekiz’e karşı savaşırken ürettikleri belgesel filmler var. 1990’larda Güney Afrika daha etkin bir güç oluyor baktığımız zaman. Afrika’da tek bir merkez yok, yıllara göre, on yıllara göre değişen, birtakım siyasal gelişmelerin ışığında değişen üretimler var. Zira sinema üretimi için öncelikli şartlardan birincisi ekonomik, ikincisi siyasal ve toplumsal istikrarın olması gerekiyor. Çünkü diğer türlü özellikle yönetmenlerin bir kısmı ya sürgüne gidiyor ya da kendi film çekmesi için daha istikrarlı ülkelere göç ediyorlar. Sinema dili de değişmiş oluyor sürgünde ya da gönüllü sürgünde. Türsel olarak da değişiyor merkez ülke durumu. Televizyon kurmacaları alanında baktığınız zaman Nijerya bariz bir şekilde üstün. Kenya da öyle. Televizyon filmi olmayan filmlerde de ekonomisi güçlü olan ülkelerin ön plana çıktığını, sinema geleneği olan Mısır gibi, Nijerya gibi, Güney Afrika gibi ülkelerin ön plana çıktığını görüyoruz. Diğer çabalar biraz daha bireysel çabalar oluyor.
Burkina Faso’nun önemli bir yeri var çünkü Ouagadougou’da Afrika film örneklerinin görüleceği ender bir film festivali düzenlenmeye başlıyor. Festival panafricain du cinéma et de la télévision de Ouagadougou (FESPACO) Ouagadougou PanAfrikan Film ve Televizyon Festivali pek çok yönetmenin kendilerini gösterdikleri önemli bir vitrin aynı zamanda festival sinema kamusunu oluşturma açısından da önemli. Burkina Faso aynı zamanda Wend Kuuni ve Buud Yam gibi önemli filmlerin yönetmeni Gaston Kabore’nin yönetmenin yetiştiği yer.
Afrika sinemasında gelecek vaat eden ülkeler hangileridir?
Büyük oranda ekonomisi ve toplumsal anlamda film çekmesi daha müsait olan herhangi bir ülke olabilir. Ama sinema geleneği açısından baktığımızda Mısır var. Ve bunu ara sıra önemli örneklerle devam ettiriyor. Tunus ve Cezayir de önemli. Sahraaltı’nda ise Nijerya, Senegal gibi ülkelerin bu anlamıyla öncü olacağını, Doğu Afrika’da da Sudan’ın öncü olacağını düşünüyorum. Güneyde ise Güney Afrika özellikle endüstrileşme yönünde daha güçlü adımlar attığı için Güney Afrika’da da üretim önümüzdeki dönemde artacak diye düşünüyorum.
Birçok yazınızda “yeni Afrika sineması”ndan bahsediyorsunuz. Yeni Afrika sinemasını ve bundan önceki Afrika sineması ile temel farklılıklarını açıklar mısınız?
Yeni Afrika sineması derken kastım aslında sömürge sonrası ortaya çıkan sinema dili. Yani “geleneksel” Afrika sinemasında kolonyal ülkelerin, yönetmenlerin çektiği, onların perspektifiyle üretilen bir Afrika var. Yeni Afrika sinemasından ise kastımız kolonyal dönem sonrası, kolonyal dönemdeki iddiaları taşımayan, onlarla tartışan ve onların dışında temalar, farklı düşünme alanları, farklı bakışları olan yönetmenler dolayısıyla ben yeni Afrika sineması diyorum. Çünkü eski Afrika sinemasında kolonyal dönemde yapılan filmlerde siyah bu anlamıyla belli stereotiplerle anılmakta ve Afrika bir jungle, vahşi bir alan, egzotik üreten bir yer gibi düşünülmekte. Yani Afrika’nın kendine özgü meseleleri, kendine özgü canlılığı bu anlamıyla aktarım imkânı bulamamaktadır. Filtrenin kendisi bu anlamıyla kendi gerçeğini de kapayan bir filtre oluyor. Dolayısıyla yeni Afrika sineması dediğimiz zamanda bu çarpık Afrika imajını ters yüz eden, kendi meselelerini tartışmaya devam eden bir Afrika sinemasından bahsediyoruz.
1980’lerden önce Afrika sinemasına baktığımızda özgürlük, mücadele, iç savaş gibi toplumsal konular işleniyordu. İlerleyen zamanlarda bireysellik ön plana çıktı. Sizce gelecek yıllarda Afrika sineması teması hangi konulardan oluşacak?
1980’lerden sonra iç savaş, özgürlük mücadeleleri daha çok işleniyor çünkü 1980’lerden sonra aslında kendini ifade eden filmler çekme olanaklığı artmış oluyor. Yani bu önemli bir şey. Siyasal angajmanın devam ettiği bir yerde bağımsızlık meselesi de gölgelenmiş oluyor. Dolayısıyla sömürgecilik dışına çıktığından itibaren suçları masaya yatırabiliyorsunuz. Mesela yine Sembene üzerinden örnek vereyim. Sembene’nin La Noire De… filmine burada sömürgeci dönem ile hesaplaşıldığını göreceğiz. Yoğunluk bunun üzerine kurulu. Ya da şu anki Güney Afrika sinemasında apartheid rejimini konu edinen pek çok film görüyoruz. Bu da hafızanın yeniden üretilme çabası olarak düşünebiliriz. Çünkü kolonyal dönemde evraklar, hafıza, sicil vs. kolonyal dönem ofislerinde üretilen bir şeydi. Dolayısıyla size ait pek çok belge bulamıyorsunuz. Mesela Filistin sineması da benzer bir kriz yaşıyor. Bu yüzden sanat, üretim gibi şeylerde yoğunlaşılıyor. 1980’lerden önce daha toplumsal meselelerin önemsendiğini görüyoruz. 1990’larda Avrupa’daki film festivalleri dolayımıyla oluşan bir bireysellik ortaya çıkıyor. Bireysellik bu yönüyle sadece Afrika sinemasında görülen bir özellik değil. Bireyin iç sorunları, hayatı değiştirme umutlarının azalması, dolayısıyla daha küçük olaylarla muhatap olması sadece Afrika sinemasında değil, Türk sinemasında ya da Kazak sinemasında da görülen bir şey oluyor. Toplumsal meselelere ilişkin sinema dili de büyük ölçüde azalmış oluyor, bireysel temalar daha fazla öne çıkıyor. Örneğin iki yönetmen, biri Atlantique filminin yönetmeni Mati Diop diğeri de Ar Condicionado filminin yönetmeni Fradique diasporada yaşayan yönetmenler. Afrika’yı anlama çabamız diasporadaki yönetmenlerin Afrika’yı nasıl anladıklarıyla ilgili olacak Bunun sakıncalı tarafları da şu ki kıtanın kendi yönetmenlerinin filmlerinin uluslararası alanda şans bulmaması bu yönüyle bizim yalnızca ve yalnızca Afrika imajının diasporadaki yönetmenlerin Afrika’yı anlamasından kaynaklanacak ki bu da Afrika algımızı kısıtlayacak bir şey.