ANALİZBATI AFRİKADOĞU AFRİKAGÜNEY AFRİKAKUZEY AFRİKAORTA AFRİKA

Donald Trump 2. Dönemi ve Afrika: “Şöhret, Para ve Güç”

Önümüzdeki dört yıl boyunca Trump’un nasıl bir yol haritası izleyeceğinin kodları Trump 1. döneminde yatsa da yeni dönemin jeopolitik gerçekleri farklı bir Afrika politikasına da zorlayacaktır.

5 Kasım 2024’de gerçekleşen ABD seçimlerde oyların %50,2’sini (75,8 milyon oy) alan Donald Trump, rakibi Kamala Harris’e 3 milyon oy fark atarak ABD’nin 47. Devlet başkanı olmaya hak kazandı. İlk döneminde Pandemi’nin olağanüstü zorlukları ve “Azil” davası sebebiyle dış politika da arzuladığı adımları atamayan Trump’ın, hem Seneto hem de Kongre’de üstünlüğü yakalamış olması ve geçen zaman içerisinde Anayasa Mahkemesinde kendisine müzahir kişilerin atanmasıyla yeni dönemde daha agresif ve proaktif bir dış politika izleyeceğini öngörebiliriz. Önümüzdeki dört yıl boyunca Trump’un nasıl bir yol haritası izleyeceğinin kodları Trump 1. döneminde yatsa da yeni dönemin jeopolitik gerçekleri farklı bir Afrika politikasına da zorlayacaktır.

Trump’un politik vizyonunun temelindeki “America First” stratejisini iyi anlamak gereklidir. Kuramsal olarak “İzolasyonizm” politikası olarak da ifade edebileceğimiz bu paradigma, ABD’nin dönemsel olarak başvuru yaptığı, özünde, diğer ülkelerle siyasi veya ekonomik ilişkilerden kaçınmaya yönelik ulusal bir politikadır. Başkan George Washington’ın veda konuşması’nda ve 19. yüzyılın başlarındaki Monroe Doktrini’nde uygulanan bu politika en çok 1930’larda ABD’de dış politikasına atıf yapmaktadır. Zira Başkan Woodrow Wilson’ın enternasyonalizminin başarısızlığı, bir politika aracı olarak savaşa karşı liberal muhalefet ve Büyük Buhran’ın zorlukları, Amerikalıları kendi iç politik gerçeklerine odaklanmaya zorlamıştır. Ancak izolasyonizm, Ronald Reagan, George H.W. Bush ve George W. Bush’un başkanlıkları döneminde yerini “enternasyonalizm”e bırakarak uluslar, devletler ve insanlar arasında daha fazla politik ya da ekonomik iş birliğini savunan bir politik ilke olarak uygulanmıştır.

ABD Başkanı olarak Afrika’yı hiç ziyaret gerçekleştirmemiş olan Trump’ın Afrika’yı “bok çukuru ülkeler” olarak tanımlaması Kıt’ya hangi saikle baktığını göstermektedir. Tarihsel olarak ABD ve Batı’nın Afrika’yı çözülmesi gereken bir sorun olarak görmesine karşın Çin ve Rusya’nın ise bunu “yakalanması gereken bir fırsat olarak görmesi” Afrika kıtasına yönelik ontolojik bakışı yansıtmaktadır. Trump ilk dönemi boyunca Afrika hükümetlerini ticari, güvenlik ve siyasi ilişkilerinde Çin ve Rusya yerine ABD’yi tercih etmeye zorlamış, bu Afrika ülkelerini bir özneden ziyade, Çin ve Rusya ile küresel rekabettin “ring alanı” olarak pasif ve edilgen bir duruma sokmuştur. Mevcut bakış açısının 2. dönem boyunca devam etmesini öngörebiliriz.

Trump’un Afrika’ya yönelik diğer bir açmazı, Kıt’anın uluslararası platformlardaki statüsüne yöneliktir. Obama döneminde başlatılan ve Afrika Birliği ile BM’nin barış gücü etkisini sağlam temellere oturma projesi ve daha güçlü bir barış koruma projesi, Trump’un ilk döneminde rafa kaldırılmış, Darfur, Sudan ve Mali’deki BM veya AU barışı koruma misyonları ya kapatılmış veya küçültülmüştür.

Daha sonra gelen Biden yönetimi, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde Afrika’ya iki daimî koltuk verilmesini desteklemiş, ayrıca G20’de Afrika Birliğinin Daimî üyeliğe giden kapıyı aralamıştır. Ancak Trump’un çok taraflı kurumları göz ardı eden politikası, Afrika’nın küresel platformlardaki temsiliyetine zarar verecektir. Afrikalı liderler, ABD’nin ihmal ettiği küresel temsiliyet boşluğunu Çin ve Rusya gibi diğer aktörler üzerinden doldurma politikasına yönelebilirler. Trump’ın bunu göz ardı etmesi, Afrika ülkelerini istemeden de olsa kıta içi ticareti güçlendirmeye ve Asya ve Orta Doğu’daki ülkelerle daha derin ilişkiler kurmaya teşvik edecektir.

Trump’un karakter analizi üzerinden dış politikada nasıl adımlar atacağını öngörmek de mümkündür. Çok taraflılığı bir kenara bırakarak Mısır, BAE, Suudi Arabistan liderleri ile özel ilişki modeli gerçekleştiren Trump, 2019 yılında G7 zirvesi sırasında Mısır devlet başkanı Sisi’yi beklerken “en sevdiğim diktatör” ifadesini kullanmıştır. Diktatörlük ile sevgi arasında kurduğu bu pardoks, onun uluslararası norm, hukuk veya demokrasi gibi Batı değerlerinin ABD dış politika pratiğinde bir anlam ifade etmediği göstermektedir. Nitekim, ABD’nin Orta Doğu’da İsrail ile Mısır’ın yakın ilişkisi, liderlerin iç politikada despotik tutumlarını göz ardı etmesine zemin hazırlayacaktır. Buradan, Trump’ın ikinci dönem dış politikasında, Afrika’da olası darbe veya demokrasi dışı gelişmelere duyarsız kalacağı, tek önceliğin ilgili ülkelerin ne oranda ABD’nin radarında olacağıdır. Bu manada, Afrika’lı liderlerin Trump’un sevgi sınırları çerçevesinde kalmak şartıyla her türlü iç politik hareket özgürlüğünü yakalayacağını öngörebiliriz. Ancak son Gazze gelişmesi bunun seyrini değiştirebilir. Mısır lider Sisi’nin daha otonom politik hamlesi (Sudan ve Libya’da), Afrika ülkelerinin İsrail karşıtı tutumu, Abraham Anlaşmasına özel önem veren Trump için yeni bir politika geliştirmeye zorlayacaktır. 

Nitekim Trump, ilk dönem boyunca ile önceliği Abraham Anlaşması çerçevesinde şekillenmişti. Mesela dönemin Dışişleri Bakanı Mike Pompeo, Sudan’da Ömer El Beşir’in devrilmesi sonrası ülkeyi ziyaret ettiğinde Sudan’ın Abraham Anlaşmalarını imzalamayı kabul etmesi karşılığında Amerika yaptırımları kaldıracağı sözü vermişti. Aynı şekilde, Abraham Anlaşmasını imzalaması ve böylece İsrail’i tanıması karşılığında Fas’ın Batı Sahra üzerindeki hak iddiasını tanıma vaadi, Trump’ın Afrika ile kurulan ilişkilerin temeline “ülkelerin yumuşak karınlarından” faydalanarak siyasi alan açma politikası şeklinde gerçekleşmiştir.

Hepsinden öte, Trump’un Afrika politikasındaki en net etkisi, ABD dış yardımları bağlamında olacaktır. İlk döneminde ABD Uluslararası Kalkınma Ajansı’nda kapsamlı kesintiler yapmış, aile planlamasını destekleyen sağlık kuruluşlarından fonları çekmişti. Halihazırda yıllık yaklaşık 8 milyar dolar olan ABD’nin Afrika’ya yönelik yardımları, özellikle PEPFAR (ABD Başkanının AIDS Yardımları için Acil Durum Planı) gibi programların Trump döneminde kesintiye uğrama ihtimali, Afrika’daki aşı ve AİDS programlarını büyük oranda sekteye uğrataktır.

Son olarak, ABD-Afrika ticaret kanalının ne oranda ve hızda devam edeceği bilinmezliği korumaktadır. 2000 yılından bu yana, uygun Afrika ülkelerine ABD pazarlarına gümrüksüz erişim sağlayan Afrika Büyüme ve Fırsat Yasası (African Growth and Opportunity Act (AGOA) 2025 yılında son bulacak. AGOA, yürürlüğe girdiğinden bu yana ABD-Afrika ticari bağı kurumsal bir yapıya bürünmüştür. Bu sayede, 32 Afrika ülkesi bu yasadan faydalanarak 1.800’den fazla ürünün ABD pazarına gümrüksüz erişim sağlamıştı. Trump’ın ilgili yasayı yenileyip yenilemeyeceği henüz net değil. Lakin, Tüccar Mantığıyla ülkesinin ulusal çıkarlarını her şeyden üstün tutan Trump’un Afrika politikası, antik çağ Atina liderlerinden Peisistratus ile özdeşleştirilen “Şöhret, Para ve Güç” akronomisinde vücut bulacağını söylemek iyimserlikten öte bir realitedir. 

Analist: Doç. Dr. Yunus Turhan

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu