ANALİZBÖLGELERHABERLER

Batı Medeniyetinin Feneri: Barbarlık

Avrupa Birliği (AB) Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Josep Borrell, geçen aylarda Avrupa’yı bir “bahçe”, dünyanın geri kalanını ise “orman” olarak tanımladığı açıklamalarıyla önemli tartışmalara yol açtı. Josep Borrell, Avrupa’nın bir özgürlük, refah ve uyum bahçesi olduğunu iddia ederek, aynı şekilde dünyanın geri kalanının  baskı, yoksulluk ve bölünme ormanı olduğunu da iddia etti.   Avrupa’yı “her şeyin çalıştığı”, dünyanın geri kalanının ise uygarlaşmaya ihtiyaç duyduğu bir bahçe olarak tasvir ederek, son derece kolonyal ve Avrupa merkezli olmakla eleştirildi. AB Yüksek Temsilcisi Borrell’in mecazi söyleminden bağımsız olarak, mecaz ifadelerin dünyayı görme biçimini ortaya koyduğunu ve tanımları gereği siyasi nitelikte olduklarını ve onları tartışmaya değer kıldıklarını hatırlamak önemlidir. Bu mantık bizi AB Yüksek Temsilcisi’nin öne sürdüğü fikirleri irdelemeye götürüyor. “Avrupa bir bahçe ve diğer her yerde bir ormandır”  fikri ne anlama geliyor?

Sömürge Yöneticisi Lugard’a Özenen Borrell

Bahçe ve orman belki de medeniyet ile barbarlık arasındaki karşıtlıkta kullanılan en eski metaforlardan biridir. Metaforun mirası elbette çok geriye gidiyor. Dünya siyasetini “barışçıl bahçe” ile “şiddetli orman” arasında düzenli bir ayrım olarak nitelendirmek, bariz emperyalist çağrışımlara sahiptir. Biri ve öteki fikri, her ikisi de işgal, kölelik, sömürgecilik ve Avrupalı ​​olmayanların sömürüsünü içeren Avrupa emperyalizm modeli sisteminden önce gelen ve farklılıklara dayalı bir dizi uygulamayı kapsayan Avrupa felsefi düşüncesinden kaynaklanmaktadır. Şaşırtıcı bir şekilde, Avrupa düşünce tarihinin amiral gemilerinden biri olan  Aydınlanma felsefesi bile ırkçılık ve kolonyal şiddete karışmaktan bağımsız değildi. Rousseau ve Montesquieu gibi Aydınlanma düşünürleri en çok hümanist teorileri ve Batı medeniyeti üzerindeki özgürleştirici etkileriyle tanınırlar. Ancak ünlü Fransız entelektüel Louis Sala-Molins’in gösterdiği gibi, Aydınlanma söylemleri ve bilim adamları da Atlantik köle ticaretinde suç ortağı oldular, baskı ve eşitsizliğin araçları haline geldiler. Öyle ki, David Hume Immanuel Kant, GWF Hegel ve diğerleri, dünyanın her yerindeki siyahların ve yerli halkların vahşi, aşağılık ve muhtaç olduğuna inanıyordu.

Borrell’in Avrupa’yı bir “bahçeye” ve dünyanın geri kalanını bir “ormana” benzeten konuşmasına Avrupalı ​​olmayan bir bakış açısından bakıldığında bu Descartes, Kant  ve Hegel’in zamanlarından beri baskın epistemik bir konumdu. Aydınlanma döneminde “vahşi” terimi ve eşdeğeri, tipik olarak, İngiliz ve Avrupalı ​​düşünürlerin kendi “uygar” nitelikleriyle karşılaştırmak istedikleri vahşi, ilkel ve cahil olmak gibi nitelikleri ifade etmek için kullanıldı. Rönesans döneminde, 15. yüzyıl seyahatnamelerinden başlayarak, Avrupalı ​​yazarların Afrika ve “Yeni Dünya”, yani Amerika Kıtası sakinlerini Batı yasalarının ve Hıristiyanlığın medenileştirici etkilerine ihtiyaç duyan geri ve medeni olmayan kişiler olarak tanımladığını görürüz. Batı tarihçiliğinde, Aydınlanma geleneksel olarak bilimsel bilgi standartlarını, liberal siyasi idealleri ve özgürlüğün ahlaki değerini takip eden Akıl Çağı olarak tanımlanır. Bununla birlikte Aydınlanma filozoflarının teorik projelerini geliştirdiği zaman zarfında, Avrupa’nın denizaşırı genişlemesi başlıyor ve  kendi kolonyal ticaret modellerini istikrarlı bir şekilde geliştirerek  uygulamaya koyuyordu. Nitekim Avrupa felsefesi insanlığın akla ve özgürlüğe doğru ilerlemesini kutlarken, sömürgelerde zorla çalıştırma ve köleleştirme, köle ticareti, siyasi ve kültürel tahakküm uygulamaları yoğunlaşıyordu. O zamanlar, Afrika modern dünyaya girişini bir kurtuluş ya da aydınlanma olarak değil, acı verici bir kolonyal boyun eğdirme süreci olarak yaşadı. Bu açıdan Aydınlanma filozoflarının Avrupamerkezci tutarsızlıkları üzerinde ciddi bir şekilde düşünmek gerekir, çünkü bunlar sadece tarihsel olarak değil, aynı zamanda mevcut neo-sömürge gerçekliklerinde de ayrımcılık uygulamalarının inşa ve yerleşik dinamiklerini ortaya koymaktadır.

Avrupa Birliği’nin üst düzey diplomatı Josep Borrell’in Avrupa’yı bir “bahçe” olarak övdüğü ve dünyanın geri kalanını bir “orman” olarak yerdiği konuşmasında “varlığın sömürgeciliği” temel düşünce direğidir. Derin bir bakış acısıyla Borell’in konuşması incelendiğinde  sadece fiziksel ve coğrafi yerler arasında ayrım yapmadığını görülür. Rasyonel düşünme yeteneğine sahip Batılı “beyaz adam” ile Batılı olmayan “vahşiler” arasındaki farkı kendi bakış açısıyla ortaya koymaya çalışır. Borrell, “düşünüyorsam öyleyse varım” kartezyen mantığın belirtilmemiş varsayımı, diğerlerinin doğru dürüst  düşünmediğidir; bu nedenle yokturlar veya varlıkları göz ardı edilebilir. Bahçeli “düşünür”, uygarlığa ve modernliğe kavuşur. Ormandan gelenler “düşünmekten”  ve “kendi kendini yönetmekten” acizdirler ve “orman kanunlarını” bahçivan efendiler belirler.

Ayrıca Borrell, “dünyanın Avrupa’ya ihtiyacı olduğunu” çünkü dünyanın geri kalanını uygarlaştırılması gereken bir “yer” olduğunu savundu. Bu benzetme 19. yüzyılın “medeniyet misyonu” veya “beyaz adamın yükü” gibi kolonyal söylemin güncelleşmiş versiyonunu içeriyor. Beyaz üstünlük kompleksi veya “beyaz adamın yükü”, Batı’nın dünyanın geri kalanına medeniyet getirme görevini üstlenmesi gerektiği fikrinden ortaya çıkmıştı. Bu tür iddiaların çoğu, batılı askeri müdahaleleri ve emperyalist mirasları desteklemek için kullanıldı. Bütün bunlar yaklaşık 500 yıllık Avrupa imparatorluk inşasından kaynaklanan, küresel düzeyde sürdürülen eşitsizlikler ve güç asimetrileridir. Derinlemesine incelendiğinde “Medenileştirme”  emperyalizmin genellikle Avrupa merkezli bakış açılarıyla tasvir edilen ve anlatılan kamuflajlarını ortaya çıkarmamızı sağlar.

Borrell bilse de bilmese de, ”bahçe ve orman”, Viktorya döneminde, Avrupa emperyalizminin zirvesinde, birçok önde gelen entelektüel arasında medeniyetin doğası hakkındaki tartışmalarda belirgin bir şekilde yer alan bir metafordu. Borrell’in ırkçı anlayışı, Afrika’da “klasik Avrupa sömürgeciliği” çağını başlatan, gözden düşmüş üstünlükçü sözde “Beyaz Adamın Yükü”nün modern zaman varyasyonuna inandığı açıktır. Borrell bu nedenle kendisini gelecek çağa “medeniyet misyonu”, “beyaz adamın yükü” nü dile getiren ve güncelleyen yeni Lugard olarak konumlandırıyor. Avrupa Diplomasi Akademisi’ndeki aday diplomatlara “çağımızın büyük zorluklarıyla karşı karşıya kalan diğerlerini” “ormanın” peşinden giderek ve “onunla ilgilenerek” desteklemelerini emretmekle kastettiği de buydu. Borrell’in dünyanın geri kalanına ilişkin iddiası Avrupalıların dünyanın daha az ayrıcalıklı ülkeleri hakkındaki acil kurtarılmaya ihtiyaç duyduğuna (beyaz kurtarıcı kompleksi) ilişkin önyargılı sömürgeci görüşlerini neredeyse hiç değiştirmediğini gösteriyor. Yağma, cinayet ve insanlıktan çıkarmayla damgasını vuran acımasız sömürgeci günleri, Avrupa’nın hâlâ eski sömürgelerini herhangi bir içsel ve organik gelişmeden aciz daimi özneler olarak gördüğü günümüzün neo-sömürgeci entrikalarında yankı buluyor.

Borrell’in konuşmasında endişe verici diğer bir konu, yalnızca Borrell’in çağrıştırdığı kaba kolonyal ikilem değil, aynı zamanda “orman bahçeyi istila edebilir” şeklindeki uyarısıdır. Dünyanın geri kalanının, “insanoğlunun inşa edebildiği en iyi şeyi” temsil ettiği şeklinde tanımladığı Avrupa “bahçesini” kelimenin tam anlamıyla “işgal eden” bir “orman” olduğuna dair atıfı, son derece bariz ırkçılığı içeriyor. Bu özellikle, Avrupa’nın  “bugün gerçek savaş alanı” dediği “kimliğinin” geri dönülmez bir şekilde değişeceği korkusuyla “istilasını” durdurmak için proaktif olarak “ormana gitmesi” gerektiği bakış açısı aşırı milliyetçi bir kaymayı ima ediyor . “Bahçıvanlar ormana gitmeli.” AB Dış İlişkiler temsilcisinin, Avrupa’nın “dünyanın geri kalanıyla” angajmanını yoğunlaştırmakla kastettiği şey bu. AB daha proaktif hareket etmezse, “dünyanın geri kalanı farklı yol ve araçlarla bizi işgal edecek.” Josep Borrell, “bahçenin” ne pahasına olursa olsun (haklı) bekçileri/bahçıvanları tarafından makul bir şekilde korunması gerektiğini söyleyerek aşırı milliyetçi sağcı popülizme doğru açık ve akıl almaz bir kaymayı ima ediyor.

Medeni görünen barbar

Borrell, Avrupa’nın “insanlığın inşa edebildiği en iyi siyasi özgürlük, ekonomik refah ve sosyal uyum kombinasyonuna” sahip olduğunu iddia etti. Bu “en iyi kombinasyon”, özellikle 1950’lerden beri modernizasyon ve geliştirme olarak paketlenip “ormana” ihraç edildi.  Basit bir ifadeyle, Avrupa’nın ekonomik refahı, Avrupa “bahçesi”nin “orman”ın  barbarca yağmalanması yoluyla elde ve inşa edildi. Bahçe ve orman metaforu ile Borrell belki de farkında olmadan kendi bahçe sakinlerinin barbar olduğunu itiraf etmektedir. Borrell’in tarif ettiği bahçenin barbarlığını anlamak için Avrupa’nın belli başlı arkeoloji ve etnografya müzelerinin herhangi bir salonuna bakmak yeterlidir. Bu yerler Batı’nın yağma ve yıkımının ve “orman kültürleri”ni yok etmesinin büyüklüğünü  vitrinlerde dünyaya gösterdiği yerdir.

Avrupa’nın bahçesinin tadını çıkarabilmesinin nedeni, “dünyanın geri kalanından” çalınan emek, kaynaklar ve bedenlerdi. Ne yazık ki Avrupa, sömürgecilik ve kölelikten son üç yüzyılın çoğunu tanımlayan milliyetçi, faşist ve nihilist hareketlere kadar tarihin en korkunç sayfalarının doğum yeridir. Geniş anlamda “uygarlık”, “ilerleme”, “kalkınma” ve son dönemde “demokrasi ve insan haklarının yayılması” olarak kategorize edilen sosyo-tarihsel ve siyasi süreçler, sömürgeciliğin araçları olarak hizmet etti. Bundan dolayıdır ki, Avrupa’dan /Batı’dan en çok korkulacak bir şey varsa o da fedakarlık, yardımseverliktir. Tarihin şahitliğine başvurulduğunda,  Avrupa / Batı, dünyanın geri kalanını en son ziyaret ettiğinde medeniyet, yardımseverlik, fedakarlık gibi aldatıcı söylemleri kullanarak gelmişti. Ve bu olduğunda belki de insanlık tarihinin en karanlık bölümlerini meydana getiren çok sayıda soykırımın eşlik ettiği  kölelik ve sömürgecilik yaşandı. Aynı şekilde Avrupa’nın “ekonomik refahı”, askeri imparatorluğunun operasyonlarındaki baskın rolünün bir sonucudur. Bu imparatorluk, dünyadaki ucuz doğal kaynakların sömürülmesi, Dünya Bankası, IMF ve DTÖ’nün eski sömürgelerin ekonomik politikalarını kontrol etme ve dikte etme konusundaki hakimiyeti, Batı’nın eski sömürgelere askeri ve siyasi müdahalesi, suikastlar, işgal ve bombardıman üzerinde gelişti.

Tarih boyunca Batı tarafından “orman” toplumlarının meşruiyeti, güvenilirliği ve değeri, ürünleri ve sosyal ilişkileri sürekli ve sistematik olarak gayri meşrulaştırıldı, itibarsızlaştırıldı ve değersizleştirildi.  Son yıllarda Batı’nın “ormanı” evcileştirmeye yönelik “demokrasi girişimlerinin – örneğin Irak, Afganistan ve Suriye’de) kaosla  sonuçlandığını ve bugün “orman” uluslarının başına bela olan sorunların çoğunun bu müdahalerden kaynakladığını Borrell’e hatırlatmak gerekiyor. Tarihsel bir boyuta daha da genişletilirse, Batı liderliğinde, Avrupa sömürgeciliğinin, ekonomik sömürünün, siyasi müdahalenin ve doğrudan askeri müdahalenin dünyanın büyük bölümünü bir “ormana” çevirmede oynadığı merkezi rolü unutmamak lazım.

Demokrasinin muğlak ve ikiyüzlü kavramların en somutlaşmış hali Borrel’in “ Bahçe” dediği Avrupa’da / Batı’da üretildi. Avrupalılar ve Amerikalılar, her fırsatta vaaz ettikleri aynı demokrasi, insan hakları ve bireysel özgürlükler mesajını alenen hiçe saymak söz konusu olduğunda en kötüsüdür. Bundan dolayıdır ki, Batılı seçkinlerin yaydığı bencil tutum, insanlığın evrensel ve adil ilerlemesinin önündeki en büyük engeldir.

[Kenan Toprak, İnönü Üniversitesi Afrika Araştırmaları Merkezi Araştırmacısı]

 

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu