Afrika’da Gazeteci Olmak ve Türk Medyası
Anadolu Ajansı Senegal muhabiri Fatma Esma Arslan Afrika'da gazetecilik hakkında bilgi verdi. Türk medyasının Afrika'daki varlığına değinen Arslan, Türkiye’den gelen bir gazetecinin mesleki anlamda Afrika'da çok fazla şey yapabileceğini dile getirdi.
Afrika’da çalışmaya başlamaya nasıl karar verdiniz ve buna ilham olan şey nedir?
2017’de Anadolu Ajansının “Yükselen Afrika” isimli projesi kapsamında Gine ve Senegal’e gönderildim. Bu iki ülkede toplumun ve siyasetin çeşitli unsurlarıyla röportajlar yaptım, hatta Gine’de devrik lider Alpha Conde ile de görüşmüştüm.
Afrika ile ilk fiziksel temasım o zaman oldu ve Senegal’den çok etkilendim. Oldukça güler yüzlü insanlar, Sufizm temelli İslam anlayışı, kadınların sosyal hayattaki güçlü yeri ve fiziki güzellikleri beni adeta mest etti. Afrika denilince akla ilk gelen genelde bu saydıklarım olmuyor, malumunuz. Buraya bir gün dönmeliyim dediğimi hatırlıyorum. Ama Paris görevimi yeni tamamladığım için bir süre merkezde kalmam gerekiyordu. Hep derler “Afrika bir virüs gibidir, bir kere kıtaya adım attığınızda artık o virüsü kaparsınız ve kurtulamazsınız” diye. Bende de aynen öyle oldu. Bu ziyaretten sonra Afrika’ya dair her şey ilgimi çekmeye başladı. Fransızca ve İngilizce bildiğim için de kıta gündemini rahatça takip edebiliyordum. 3 yıl redaksiyon biriminde çalıştıktan sonra 2020 yılının başlarında Senegal’e gitmek istediğimi editörlerime ilettim. Oldukça şaşırdılar zira Afrika genelde rızayla gidilen bir coğrafya değildi hele bir kadın muhabirin bunu istemesine daha da şaşırdılar ama ısrarcı olduğumu görünce de engel olmadılar. Paris’te 4 yıl görev yapmış bir gazetecinin nedense yurt dışı görevine yine Batı’da bir yerde devam etmesi bekleniyor. Oysa gazetecilikte konforunuzu ne kadar bozarsanız o kadar çok şey öğrenirsiniz. Ben de Ankara’daki ultra konforlu yaşamımdan beni zorlayacak bir yere gitmek istiyordum. Nihayetinde 2020 Temmuz’da Dakar’da göreve başladım.
Yabancı gazetecilik tehlikeli mesleklerden biri olarak görülüyor bu konudaki düşünceleriniz nelerdir? Sahada Türk medyasından olduğunuzu duyanların size karşı tutumları nasıl?
Yabancı bir gazeteci olmak çoğu ülkede size ajan gözüyle bakılmasına neden oluyor özellikle resmi bir kurum için çalışıyorsanız. Ama bu sorunun cevabı hangi ülkede çalıştığınıza göre de değişir. 4 yıllık Fransa deneyimimde yabancı gazeteci olmanın hatta Türk, başörtülü bir yabancı gazeteci olmanın bütün bedellerini ödediğimi söyleyebilirim. Başörtüsü karşıtlığı, ırkçılık, hatta Ermenistan ve PKK meseleleri ışığında alenen yapılan Türkiye düşmanlığının sık sık hedefi oldum. O nedenle Avrupa’da ya da biraz daha genelleyelim Batı’da Türk bir gazeteci olmanın dezavantajları çok.
Senegal’de ise Fransa’da “başıma bela” olan tüm bu kimliklerimin bana ayrıcalık sağladığını fark ettim. Türkiye’nin Senegal’deki imajı çok olumlu. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın kişisel olarak popüleritesi inanılmaz boyutlarda. Hatta Senegalli siyasetçi bir dostum, “Erdoğan burada seçime girse karşısında kim olduğu fark etmeksizin ilk turda büyük çoğunlukla seçilir” demişti. Sözlerinde en ufak bir abartı olmadığını yaşayarak görüyorum. Ben de elbette bu olumlu imaj ve popülaritenin tabir-i caizse ekmeğini de yiyorum. Başörtülü bir gazetecinin ülkelerinde olması Senegallileri hem şaşırtıyor hem de sevindiriyor. Beni kız kardeşleri, kızları gibi gördüklerini hissediyorum. Çok çabuk diyalog kurabiliyorum, zaten iletişime çok açıklar. Bir de ortak din hızlı bir kaynaşma sağlıyor. Ayrıca kadın olmak da işimi kolaylaştırıyor. Fransa’da hayal dahi edemeyeceğim haberleri rahatlıkla yapabiliyorum.
Türkiye’nin kıta ülkeleri ile yakın ilişkilerinin avantajlarını yaşadınız mı?
Pazarda soğan alırken bile yaşıyorum bunu:) Beyaz bir başörtülü kadının nereden geldiği merak ediliyor. Türkiye dediğimde ilk geri dönüş “Erdoğan Erdoğan!” oluyor. Özellikle sahada halkla birebir çalıştığım durumlarda Türk olmak gerçekten işimi kolaylaştırıyor. Bana daha çabuk güvendiklerini ve daha büyük sempatiyle yaklaştıklarını farkediyorum. İslamofobiye karşı düzenlenen bir mitingde Türk olduğumu öğrenen kadın göstericiler bir anda beni ortalarına alıp sarılarak dua etmişti. O mitingde Merci Erdoğan pankartları da görmüştüm.
Tabi bu söylediklerim Senegal için geçerli. İki ülke arasındaki ilişkiler çok iyi. Halklar birbirini seviyor. Her ülkede bu dinamiği yakalamak mümkün olmayabilir. En azından kıta genelinde Türkiye ile ilgili olumsuz bir imaj yok diyebilirim.
Muhabirlik yaptığınız durumlarda içinde bulunduğunuz en tehlikeli ve en keyif aldığınız durum hangileridir?
2012’de Suriye’ye gitmiştim. İdlib’de bir kaymakamın evi Özgür Suriye Ordusu’nun karargahı olarak kullanılıyordu. ÖSO komutanıyla röportaj yapmadan önce karargahda bize yemek yedirmek istediler. Yemek yerken çok yakınımızda bomba sesleri duymaya başladık. Az önce araçla geçtiğimiz yol bombalanıyordu. Dönerken de aynı güzergahı kullanmak zorunda kaldık. Epey gerildiğimi hatırlıyorum.
Dakar’ın banliyölerinden birinde sokakta yemek satan Salimata’nın evine gitmiştim. Sabah 07.30da satışa başladığı için gece boyu 12 çeşit yemek hazırlaması gerekiyordu. 03.00’de evine gittim ve hem çekim yaptım hem de ona yardım ettim. Daha sonra da tezgahında gün boyu beraberdik. Öğrenciler, çalışanlar, mahalle sakinleri herkes Salimata’nın tezgahına uğruyordu. Akşama kadar çok güzel zaman geçirdim. Sıradan bir Senegallinin hayatından bir kesite tanık olmak çok hoşuma gitmişti.
Senegal’in Afrika Uluslar Kupası’nda şampiyon olduğu gece çok kalbalık bir ortamda çekim yapıyordum. Son penaltıyla şampiyonluk kesinleşince bir anda kendimi azönce çekim yaptığım insanlarla sarılırken buldum. Futbolla hiç ilgim yoktur esasen ama o sevince heyecana birebir tanık olmak beni çok mutlu etmişti.
Bölgede ne gibi zorluklarla karşılaşıyorsunuz ve bunun üstesinden nasıl geliyorsunuz?
Senegal her ne kadar Batı Afrika’daki en stabil ve gelişmiş ülkelerden biri olsa da nihayetinde 3. Dünya ülkesi ve bunun getirdiği bazı fiziki zorluklar oluyor. Yazın 6 ay susuz kaldığım bir dönem oldu. Sular sadece geceleri 1 saatliğine geliyordu. Düşünün yüzde 95 nem oranının olduğu bir dönemde sular yok. Beni o kadar etkilemişti ki gece rüyamda sık sık akarsudan bidonla su doldurmaya çalıştığımı görüyordum:)
Bir de uzun süreli elektrik kesintileri de yaşadığım en büyük zorluklardan. Aşırı sıcaklar nedeniyle klima olmadan evde duramayacağımdan nispeten 1-2 derece daha serin apartman merdivenlerinde oturup haber yazdığım anlar oldu.
Ne yazık ki sağlık hizmetleri de oldukça kötü ve pahalı. Basit bir mide rahatsızlığının tespiti için 1000 dolara yakın bir ücret ödemek zorunda kalmıştım. Tropik hastalıklar da bağışıklığımız olmadığından bizim için çok zorlayıcı. Sıtma olduğumda evden çıkacak güce kavuşmam haftalar sürmüştü. Bütün bunları tek başınıza ülkenizde uzakta yaşamak da biraz daha moral bozucu olabiliyor. Ancak her şey zıddı ile kaim olduğundan zorluklar olmadan ferahlığın tadına varmak mümkün değil.
Fiziki şartların dışında sömürgecilikten kalan miras nedeniyle bazen beyaz olmanın da güvenlik riski doğurduğu oluyor. Daha doğrusu ortamda kötü niyetli birinin ilk hedefi beyaz birisi oluyor. Bu konuda tetikte olmak lazım.
Türkiye, Afrika’ya olan açılımında sizce nasıl bir medya dili kullanmalı?
Bu soru için size özel teşekkür etmek istiyorum zira uzun süredir kendi aramızda tartıştığımız bir konu. Her ne kadar iyi niyetli de olsak Afrika’da kullandığımız medya dilinin Afrikalı dostlarımızı rahatsız edebileceğinin çok farkında değiliz. “Kara kıta, gariban Afrika, yoksul coğrafya” gibi tanımlar hem bölge insanını rencide ediyor hem de 1,2 milyarlık bir coğrafyaya çok dar ve eksik bir bakış açısı getiriyor.
Dünyada açlık ve yoksulluk her yerde. Paris’in göbeğinde de New York metrosunda da aç ve evsiz insanlar görebilirsiniz. Dolayısıyla bu olumsuz genellemelerden kaçınmamız lazım. Anadolu Ajansı muhabirleri olarak bu konuda oldukça hassas olduğumuzu söylemek istiyorum. Kıtada var olan tek Türk medya kuruluşu olduğumuzdan bu olumsuz betimlemenin yarattığı ve yaratacağı sorunları doğrudan görebiliyoruz. Afrika bizim için nispeten yeni bir coğrafya ve bugüne kadar hep batılı kaynaklar üzerinden takip ettik. Genellikle darbeler, yolsuzluklar, iç karışıklıklarla tanıyoruz ama sadece bundan ibaret değil. Kültürel zenginliği o kadar derin ki. Müzik, sanat, edebiyat alanında keşfetmemiz gereken bambaşka bir Afrika var. Kadim bir geleneğe sahip olmasının yanı sıra çok genç, dinamik, kıpır kıpır ve rengarenk bir coğrafyadan bahsediyoruz. Birbirimizi daha iyi tanıdıkça bu hassasiyetin zamanla oluşacağını düşünüyorum.
3. Türkiye-Afrika Ortaklık Zirvesi’nde TRT’nin Afrika Yayın Birliği’ne üye olduğu haberlerini gördük. Bu çerçevede Türkiye’nin medya alanında Afrika’daki yeri nedir? Medya alanında öne çıkan diğer kıta dışı aktörlerin yanında sizce Türkiye’nin nasıl bir yol kat etmesi gerekiyor?
Anadolu Ajansı muhabirleri dışında kıtada ne yazık ki Türk medyasından kimse yok. Bu demek oluyor ki bizlerin sorumluluğu çok fazla. Kıtada bazı kilit ülkelerde Türk medyası daha çok varlık gösterebilir. Kendi bulunduğum Senegal’den örnek vermem gerekirse burada Washington Post’tan İran Haber Ajansına kadar yaklaşık 40 uluslararası basın organını bulabilirsiniz. Dakar’daki yabancı gazetecilerin sayısı 200’e yaklaşmış durumda. Tabi tarihsel arka plan nedeniyle Fransız medyasının gücü Batı Afrika’da tartışılmaz ancak yeni aktörlere de yer var. Kıta ülkeleri partnerlerini çeşitlendirdikçe bunun yansımalarını medya alanında da görüyoruz.
İlgimi en çok çeken ise Fransız RFİ radyosunun tüm bölgede dinlenmesi oldu. Hatta RFI’nin Sahel’de esir düşen Fransız vatandaşlarına moral vermek için her cuma yayınlanan özel bir programı var. Düşünebiliyor musunuz Sahel’de terör örgütlerinin eline düşenler bile RFI dinliyor. Hatta El Kaide’nin 5 yıl esir aldığı Fransız Sophie Petronin, serbest kaldığında RFI radyosuna teşekkür etmiş, “yayınlarınızla bana güç verdiniz” demişti. Kesinlikle yerel diller de dahil İngilizce ve Fransızca yayın yapan bir radyo kanalına sahip olmamız gerektiğini düşünüyorum. Çünkü Radyo Afrika’da en yaygın haber alma aracı.
Televizyon konusuna da gelirsek hali hazırda NTR TV var Afrika’da yayın yapan Türk televizyon kanalımız. 42 ülkeye yayın yapıyorlar. Bunun çok önemli olduğunu düşünüyorum. Belki yayın yaptıkları platform sayısını arttırarak daha geniş kitlelere ulaşabilirler. Sitesine girip baktığınızda çok güzel içerikler ürettiklerini görüyorsunuz. Fransız TV5 kanalının internet sitesinde mesela Fransızca dil öğrenme modülü vardır, bu çok hoşuma giderdi. NTR TV’nin sitesinde de Türkçe öğrenmeye ilişkin içerikler görünce çok mutlu oldum.
Sosyal mecraları da unutmamak gerek. YouTube özellikle düzenli dijital içerik üretmemiz gereken bir mecra. Keşke 1-2 YouTuber Afrika ülkelerini dolaşsa, onlarla yaşasa o deneyimleri aktarsa. Ya da tam tersi Afrikalı içerik üreticilerini de Türkiye’yi gezdirsek. Böylece karşılıklı birbirimizi, birbirimizin gözünden tanımış oluruz. Urfa’da sıra gecesine katılan bir Ganalı ya da Atlantik okyanusunda Senegalli balıkçılarla ava çıkmış bir Urfalının deneyimlerini herkesin büyük merakla izleyeceğini düşünüyorum:)
Kıtada gazeteci sayımız diğer yabancı medya kuruluşlarına nazaran az olduğu biliniyor. Bu noktada Türk medyasının Afrika’daki varlığına dair neler söylemek istersiniz? Türk medyasının eksiklikleri, olması gerekenler hakkında yorumunuz nedir?
Gazetecilik için konuşursak Afrika genelde çalışmak için ilk tercih edilen bir coğrafya değil. Genç meslektaşlarımızda genellikle Avrupa’da ya da ABD’de çalışma isteği ağır basıyor. Hem kıtayı iyi bilmediğimiz hem de hali hazırda aklımızdaki olumsuz imajlar bizi buradan biraz uzak tutuyor.
Oysa Afrika’da kazanılacak deneyimle Batı’da kazanacaklarınızı karşılaştıramazsınız bile. Bunu 4 yılını Paris’te geçirmiş biri olarak söylüyorum. Burada dünyanın sadece Batı’dan ibaret olmadığını tam manasıyla idrak ediyorsunuz. Gerçekten dünya 5’ten büyükmüş dedirtiyor insana. Senegal Milli Takımı Afrika Şampiyonu oldu. O coşkuyu ben de Senegalli dostlarımla yaşadım, hatta o gece heyecandan uyuyamadım, ertesi gün tüm şehri dolaşan konvoya katıldım, Senegal bayraklarıyla Dakar sokaklarını turladık.
Sonra düşündüm Fransa dünya kupası alsa böyle sevinir ve heyecan duyar mıydım? Ya da başka bir Batılı ülke için. Hayır. Çünkü onlarla böyle bir bağ kuramıyoruz. Orada “siz bizden değilsiniz” mesajını size çok net veriyorlar. Bunu eleştiri için söylemiyorum ama Avrupa ülkelerinde biraz yaşayınca görünmez bir cam duvar olduğunu anlarsınız. Oradan geçmenize çok izin vermezler. Gazeteci olarak da bunu muhataplarınız size çok net hissettirir. Ben başörtülü bir gazeteci olarak o cam duvarlara kafamı çok çarptım ve Paris deneyimi benim için çok yorucu geçti. Kıymetliydi ama manevi olarak çok zorlayıcı oldu.
Oysa Afrika’da her şeyini çok daha filtresiz ve samimi olduğunu düşünüyorum.
Bambaşka bir yaşam dinamiği, zaman dilimi ve hayat akışının içinde buluyorsunuz kendinizi. Bazen hiç karşılaşmadığınız zorluklar çıkıyor önünüze. Daha önce beyninizin hiç karşılaşmadığı sorunlar. O zorlukların da çok kıymetli olduğunu düşünüyorum. Sinan Canan hocayı çok yakından takip ederim, “Konfor ruhun bataklığı” der. Türkiye’den gelen bir gazeteci için burada hem eşsiz bir yaşam deneyimi hem de mesleki anlamda yapılacak çok şey olduğuna inanıyorum. Tabi buraya hangi nazarla baktığınızla da ilgili.
Galiba millet olarak da konforumuzu bozmayı pek sevmiyoruz. Kısa süreli ziyaretler tamam ama Afrika’da yerleşik yaşama fikri pek de cazip değil.
Burası sadece bu olumsuz genellemelerden ibaret değil. Bazen sosyal medyada okyanus kenarından bir şeyler paylaştığımda “Orası Miami mi” diye soran arkadaşlarım oluyor. Güzelse dahası bir de lüks ise Afrika’da olamaz diye düşünüyoruz.
Ajans muhabirleri olarak genelde pozitif, kıtanın rengini, enerjisini gösteren haberler yapmaya işte bu nedenlerle daha da dikkat ediyoruz.
Beni buradaki insan hikayeleri çok etkiliyor. Mesela Senegalli Sadio Mane’nin küçücük bir köyden çıkarak Liverpool’a gelmesi hayranlık uyandırıcı değil mi? Onun gibi o kadar ilham verici öykü var ki. Haberlerimizde bu tarz hikayelere ağırlık vermeye özen gösteriyoruz. Keşke başka medya kuruluşlarından da meslektaşlarımız olsa da haber kapma telaşına düşsek:)
Bir örnekle bitirmek istiyorum.
Burada İspanyol haber ajansından bir arkadaşım var, aynı yaştayız. 23 yaşından bu yana Sahel’de çalışıyor. Yani 10 yıldır Burkina Faso, Mali, Çad, Nijer’de çalışmış ve son olarak da Senegal’e gelmiş. Ben peki 23 yaşında Mali’ye gitmek ister miydim diye düşündüm. Pek sanmıyorum.
“Sıkılmadın mı artık İspanya’ya dönmeyecek misin” diye sorduğumda “Döndüğüm an yerime talip en az 10 kişi var ofiste” dedi.
Dilerim bizim için de Afrika, orada çalışmak için rekabet etmemiz gereken bir yere dönüşür. Dönüşeceğine de inanıyorum.
Daha önce Fransa’da da gazetecilik yapmış birisi olarak, Avrupa’da ve Afrika’da gazeteci olmak deneyimlerinizi karşılaştırabilir misiniz?
Bu soruyu aslında diğer soruların arasında cevaplandırdım ama yine de yanıtlayayım. Sayfadaki yere göre kullanıp kullanmamak size kalmış.
Avrupa’da çalışmak yaşamak taşıdığınız/temsil ettiğiniz kimliklere göre muazzam farklılıklar gösteriyor. Kendimden yola çıkarsam Türküm, Müslümanım, başörtülüyüm ve dahası yarı resmi bir kurumda çalışıyorum. Bunların her biri Fransa için ciddi sorun teşkil ediyor. Türkiye karşıtı söylemleri savunan Ermeni ve PKK lobisinin bu denli güçlü olduğu, İslam karşıtlığını belki de açık açık bu kadar rahatça yapıldığı bir ülkeden bahsediyoruz. Evet Paris çok güzel bir şehir, fiziken çok beğenirim, hala birçok dostum yaşıyor ama bu kimlikleri taşıyan birinin yaşaması ve çalışması için gerçekten zorlu.
Bir örnek vereyim. Yanılmıyorsam 2016’da Türkiye’ye destek amacıyla düzenlenen bir gösteriye PKK destekçisi bir grup saldırdı. Fransız polisi tahmin edileceği üzere bu gruba neredeyse hiç müdahale etmedi, kenardan olayı izledi. Ben de bu saldırıya ilişkin görüntüleri Twitter hesabımdan paylaştım. Bir anda bu gruptan tehdit mesajları almaya başladım. Seni öldüreceğiz, evini basacağız gibi birçok tehdit geliyordu. Bu mesajların çıktısını alarak karakola gittim. Bunların terör örgütü destekçisi olduğu ve bir gazeteciyi tehdit ettiklerini anlatmaya çalıştım. İfademi almaya gelen polis “PKK, Erdoğan’ın Türkiye’sinde terör örgütü, ben onlara terör örgütü demem, özgürlük savaşçısı olarak değerlendiriyorum.” dedi. Tabi şaşırmadım, hemen AB’nin, dolayısıyla Fransa’nın da PKK’yı terör örgütü kabul ettiğine dair kararları bulup göstermeye çalıştım. Çünkü herhangi biri tarafından tehdit edilmekle terör örgütü destekçileri tarafından işimi yaptığım için tehdit edilmek birbirinden farklı. Ne oldu dersiniz, bana inanmadılar ve bağlı oldukları merkezi aradılar. PKK’nın terör örgütü olduğuna dair bir bilgi olmadığını, hatta bu mesajların da tehdit kapsamına giremeyeceğini, ifademi alamayacaklarını söylediler. Bu Paris’in merkezindeki bir karakolda başıma geldi. Sinirden ağlayarak ifademi alıp işleme koymaları için 5 saat resmen mücadele verdim. İfademi alan polisin şekeri düştü ve beni neredeyse gözaltına alıyorlardı. Neden? PKK’nın terör örgütü olduğunu kabul ettirmeye ve ifadeye de terör örgütü destekçileri tarafından tehdit edildiğimi yazdırmaya çalıştığım için.
Bu sadece aklıma gelen bir örnekti. Sadece ben değil orada çalışan birçok Türk gazeteci benzer sorunlar yaşıyor. Sorun yaşıyoruz diye oralarda çalışmayacak mıyız, aksine daha çok görünür olmamız gerekli ama Avrupa ya da ABD pazarlanmaya çalıştığı gibi “dream continent” değil. Bunun idrakında olmak gerekli.
Afrika da yine sefaletler kıtası değil. Her 2 deneyimden de elde edecekleriniz olacaktır şüphesiz ama Afrika’da kazanacağınız yaşam tecrübesi sizi hayata karşı daha esnek biri haline getiriyor. Keşke daha önce buraya gelip daha da genç yaşlarda bu deneyimi elde etseydim dediğim oluyor. Kişiden kişiye de değişir elbette ama gazetecilik zaten devamlı yeniliğin peşinden koşan bir meslek. Gazeteciler her durum ve şartta yaşar, o duruma ayak uydurabilirler. O nedenle Afrika’ya belki en iyi uyum sağlayacak meslek gruplarının başında geliyoruz. Bunun avantajını kullanmak lazım.
Afrika, gazeteciler için çok tercih edilen bir yer değil. Genç gazeteci arkadaşlarımıza tavsiyeleriniz nelerdir?
Afrika’da çalışmak istiyorlarsa öncelikle neresinde çalışmak istiyorlar? Güney Afrika’daki yaşamla Mali’deki birbirinden çok farklı. Ona göre hazırlık yapmaları lazım.
Kıtada çalışmak isteyenlerin kendilerine spesifik bir ülke belirlemelerini tavsiye ederim çünkü kıtada neredeyse her ülke birbirinden farklı. Ruanda da Afrika’da Gine de ama birbirlerine hiç benzemiyorlar.
Frankafon Batı Afrika’ya geleceklerse muhakkak Fransızca öğrensinler hatta gidecekleri ülkenin yerel diline de biraz aşina olmak çok büyük avantaj olur.
Yabancı gazetecileri takip etmelerini öneririm. Onlar neler yapıyor? Özellikle Vice News gibi dijital içerik üreticilerinin Afrika’daki işleri muazzam. YouTube derya deniz. Liberya’ya da mı çalışmak istiyorsun. Binlerce Liberya içeriği var YouTube’da. Twitter’dan Liberya’daki yerli ve yabancı gazetecilere ulaşabilirsin.
Türkiye’de ya da x ülkedeki yaşamı bir kenara bırakıp, karşılaştırma yapmadan, fiziki zorlukları göğüsleyebilecek, heyecanlı ve meraklı her gazeteci için kıta renkli ve şaşırtıcı bir deneyim vaad ediyor.